Farkında değiliz belki ama hafızamızı kaybediyoruz.
Hafızamızı kaybediyoruz, yeni çağın sarhoşluğunda, bırakıp kendimizi modern oyuncakların kucağına, fark etmeden, önemsemeden.
Yüzleri hatırlamıyoruz, isimleri de, takma adlar ve avatarların diyarında dolanırken. Adresleri hatırlamıyoruz konumlar kaydedip Check-in yaparken. Aldığımız notları hatırlamıyoruz, doğum günlerini hatırlamıyoruz, şarkı sözlerini hatırlamıyoruz… Bu milenyumda “arama” sayesinde hiçbir şeyi hafızamıza kaydetme gereği duymuyoruz.
Notlar aldığım, makaleler-şiirler-öyküler karaladığım o defterlerim hala duruyor kütüphanemde. Nereye ne yazdığımı hala hatırlıyorum, aklıma gelince hemen doğru defterin doğru sayfasına gidiyor elim. Şimdi ise “Arama Çağı”ndayız; etiketsiz, kategorisiz, hashtagsiz not mu olur diyorlar. Tüm arkadaşlarımızı Facebook, adresleri harita uygulamaları, gittiğimiz yerleri Swarm, çektiğimiz fotoğrafları Instagram, notlarımızı not uygulamaları saklıyor bizim için. Beynimizde yer kaplamalarına gerek yok. Peki oluşan bu boşluğu ne ile dolduruyoruz?
İnsanlığın tüm birikimi birkaç gigabyte veri olup klasörlere sığınca, Avcı-Toplayıcı özelliklerimizi çağa güncelleyip her şeyi amaçsızca biriktirir olduk. Dopdolu ve düzenlenmeyi bekleyen “İndirilenler” klasörlerimiz var artık, mülkiyet mutluluğumuz. Okumaya yüz ömrün yetmeyeceği sanal kütüphanelerimiz var ama metinler 140 karakterden uzun olunca okuma eylemimiz sekteye uğrar oldu. Anıları fotoğraf altına yazılan üç cümle 20 hashtag ile anlatıyoruz. Muhabbetlerdeki boşlukları yaratan da kapatan da cebimize sığan sanal dünya oldu çoktandır. Bazı boşlukları dolduruyoruz belki, hafızamızdaki boşluklar ne oluyor? Hatırlıyor muyuz?
“Sosyal medya” unutmaz diyorlar. Tüm hafızamız kodlanıp veritabanlarındaki yerini alırken, biz bomboş görünmüyor muyuz uzaktan?
Hafızamızı silinmeyecek şekilde makinelere kaydederken, farkında değiliz belki ama hafızamızı kaybediyoruz.
Yorum Gönder